firma ekle islam siteler birliği Dini100.Net Dini Sayfalar ListeNur.de - islami siteler listesi ilahiler666.tr.gg
   
 
  MERAK KONULARI
Arılar birisini soktuktan sonra neden ölür? Bu bütün arı türlerinde olur mu?


Arılar, eşekarıları ve karıncalar, “Hymenoptera” adı verilen böcekler takımının üyeleridir. Bu böcekler, aynı zamanda, aslında erişkin dişilerin yumurta yerleştirme uzantıları (ovipozitör) olan “iğne”ye sahip olan tek böceklerdir. Bazı türlerin iğneleri üzerinde bulunan küçük çıkıntılar, sokma sonrasında iğnenin yara içerisinde kalmasına neden olur. Bu durumda, vücudunun arka bölümünden bir parça kopan böcek, bu hasar nedeniyle hayatta kalamaz.

Balıklar uyur mu?

Çoğu balık türü, zaman zaman, dinlenme hali olarak bilinen ve uyku davranışı olarak da adlandırılabilecek bir enerji tasarrufu evresine girer. Ancak bu hal, çoğu karasal canlıda görülen uyku halinden oldukça farklıdır. Gündüzleri aktif olan bazı balık türleri, geceleri korunaklı kayalıklara veya oyuklara çekilerek dinlenir. Bu dinlenme zamanlarında, genellikle bu tip korunalı yerlere çekilmenin nedeni, geceleri dolaşan avcılara yem olmayı önlemektir.
Geceleri aktif olan balık türleri de, gündüzleri belli alanlarda hareketsiz durarak bu uyku hali evresini geçirir. Yani, hemen hemen tüm balıklarda bir tip pasif uyku bulunur.
Birçok köpekbalığı türü ise, su altında nefes alabilmek için devamlı olarak oksijence zengin olan suyun döngüsünü sağlamak ve bu nedenle de her zaman yüzmek zorundadır. Ancak bir yandan hareket ederlerken, zaman zaman beyin fonksiyonlarını yavaşlatarak dinlenme haline geçtikleri de bilinmektedir. Bazı köpekbalığı türlerinin ise (nurse shark), okyanusun dibinde hareketsiz kalarak dinlendikleri gözlenmiştir.


Kış uykusuna giren hayvanlar nasıl oluyor da o kadar uzun bir süre açlık ve susuzluğa dayanıyorlar?


Kış uykusuna giriş öncesinde, hayvanın metabolizması oldukça yavaşlar. Bu sayede, vücudun enerji (ve su) tüketimi de en aza indirgenmiş olur. Kış uykusu, yani hibernasyon öncesinde, hayvanlar vücutlarında fazladan yağ depolarlar. Vücutlarına depoladıkları bu yağı, hibernasyon süreci boyunca enerji kaynağı olarak kullanırlar.


Toprak solucanları toprağın içerisinde nasıl ilerliyorlar? Çöpleri yiyorlar mı yoksa ileri iterek mi ilerliyorlar?


Toprak solucanları, çöplerin içeriğindeki çoğu şeyi besin olarak kullanır. Ancak bunun, toprak içerisinde ilerlemeleri ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Toprak solucanları, gövdeleri üzerinde bulunan küçük çıkıntılar ve vücutlarının tamamını uzunlamasına hareket ettirebilen kasları sayesinde hareket ederler. Küçük çıkıntılar, öne hareket esnasında arkaya doğru, arkaya hareket esnasında ise öne doğru konumlanır. Toprak içerisinde hareketleri esnasında da, önlerine herhangi bir engel çıktığında önce bunu itmeye çalışırlar, itemezlerse de hemen yanında dolaşırlar veya yönlerini değiştirirler.


Sıcak ve soğuk kanlı hayvanlar arasındaki temel farklar nelerdir? Sürüngen ve memeli kanları arasında bir takım farklılıklar olduğunu biliyorum, ancak bunun dışında fiziksel veya fizyolojik farklılıklar var mı?


Sıcak kanlı olarak bilinen hayvanlar, aslında sabit vücut sıcaklıklı hayvanlardır. Bu canlılar, vücut sıcaklıklarını belirli bir seviyede tutabilme yeteneğine sahiptirler. Değişken vücut sıcaklıklı (soğuk kanlı) hayvanların vücut sıcaklıkları ise, çevrelerini sıcaklığına bağımlıdır ve az çok çevre sıcaklığı ile aynı seviyede olacak şekilde değişir. Sabit vücut sıcaklıklı canlıların bunu başarabilmeleri, çok çeşitli mekanizmalara bağlıdır. Soğuk bir ortamda titreme gibi genellikle kas hareketi sonucu ürettikleri vücut ısısı ve sıcak ortamlarda da terleme yolu ile ısı kaybetmeleri, bu mekanizmaların en önemlilerindendir. Ayrıca sahip oldukları çeşitli vücut örtüleri ile de (tüy, kıl, telek gibi) ısı yalıtımını sağlarlar. Bu tip refleks mekanizmalar, memelilerde, beyinde bulunan hipotalamik bölge tarafından düzenlenir. Değişken vücut sıcaklıklı canlılar ise, bu tip termoregülasyon (ısı düzenleme) mekanizmalarından yoksundur. Vücut örtüleri, etkin bir ısı yalıtımı sağlayamaz ve derileri de ter bezleri açısından fakirdir, dolayısıyla dermis tabakaları yapı bakımından oldukça farklıdır diyebiliriz.


Yunusların kulakları var mıdır?


Tüm memelilerde olduğu gibi, yunusların da kulakları vardır. Sadece dış kulak kepçeleri bulunmaz. Dikkatli bakarsanız, gözlerinin hemen arkasında bulunan ufacık kulak deliklerini fark edebilirsiniz. Kulak kepçelerinin olmayışı, yüzüş için adapte olmuş vücut şekillerinin bir sonucudur.





İnsanın tam olarak taksonomik sınıflandırılması nedir?


Regnum (Alem): Animalia (Hayvanlar)
Divisio (Bölüm): Coelomata (Gerçek sölom boşluğuna sahip canlılar)
Subdivisio (Alt bölüm): Bilateria (Bilateral simetrililer)
Phylum (Şube): Chordata (Sırtiplikliler)
Grup: Craniata (Gerçek kafataslılar)
Subphylum (Alt şube): Gnatostomata (Gerçek çeneliler)
Superclassis (Üst sınıf): Tetrapoda (Dört üyeliler)
Classis (Sınıf): Mammalia (Memeliler – Meme bezlerine sahip canlılar)
Subclassis (Alt sınıf): Eutheria (Placentalia - Plasentalı memeliler)
Ordo (Takım): Primates (Primatlar)
Subordo (Alt takım): Anthropoidea
Superfamilia (Üst aile): Catarrhina (Eski dünya maymunları)
Grup: Hominoidea (İnsanlar ve insansı maymunlar)
Familia (Aile): Hominidae (İnsanlar)
Genus (Cins): Homo
Species (Tür): Homo sapiens

Bölüm özelliği, vücut içerisindeki organların yer aldığı ve zar ile ayrılmış olan gerçek bir boşluğun varlığını anlatmaktadır. Bilateral simetri, vücudun tam ortasından bir simetri düzlemi geçtiğinde, iki yanda kalan vücut parçalarının birbirine eş olduğunu anlatır. Şube özelliği, notokord içeren ve sırt kısmında yer alan bir sinir sistemi varlığını gösterir. Alt şube özelliği, alt ve üst çenenin bir eklem ile birbirinden ayrılmış olmasıdır. Plasenta varlığı ise, gerçek bir hamilelik evresi varlığına işarettir.


Böcekler niçin bu kadar çok sayıda yumurta bırakıyor?


Hayvanlar aleminde yaşamın temel amaçlarından belki de en önemlisi, bir türün genlerini bir sonraki nesile aktararak devamını sağlamasıdır. Her türün doğal düşmanları ve karşı karşıya oldukları çok sayıda tehlike vardır. Kural olarak, düşmanı az olan veya yavrularına etkin bir biçimde bakabilecek olan türlerde, yumurta veya yavru sayısı daha azdır. Yavru bakımı görülmeyen ve yavruları doğal tehlikelere karşı daha savunmasız olan türlerde ise, bu sayı daha fazladır.
Böcekler, genellikle bıraktıkları yumurtalarını korumazlar. Yapıları itibariyle de oldukça savunmasız ve kolay zarar görebilir nitelikte olan yumurtaları, birçok tehlike ile karşı karşıyadır. Yumurtaların veya larvaların çoğunun yaşama şansı düşük olacağı için de, mümkün olduğu kadar çok sayıda yumurta bırakılarak bu durum telafi edilmeye çalışılır. Böceklerde ve çok sayıda yumurta bırakan diğer tüm canlılarda bunun evrimsel açıdan tek sebebi, türün neslinin devamını garanti altına alabilmektir.



Yılanlar ve kertenkeleler, niçin sürekli dillerini dışarıda tutar?


Çoğu sürüngende, dışarıya uzatılabilen bir dil yapısı bulunur. Ve yine çoğu zaman, çene kemiklerinde bulunan bir boşluk sayesinde, ağız kapalıyken bile dil dışarı çıkartılabilir. Yani aslında dil dışarıda tutulmaz, sürekli olarak dışarıya uzatılıp, içeriye geri alınır. Özellikle yılanlar ve kertenkelelerde görülen bu davranışın esas nedeni, çevreden duyum almaktır. Bu canlılarda, havada bulunan koku partikülleri, dil üzerindeki almaçlara yapıştırılır. Daha sonra içeri çekilen dil, bu koku partiküllerini, damağın hemen üst kısmında bulunan ve koku alımından sorumlu olan “Jacobson Organı”na iletir. Sürüngenlerde koku alımının temel mekanizması bu şekildedir.
Bu canlılar, yaraladığı ve elinden kaçırdığı bir avın peşinden giderken, yeni bir ortama girdiklerinde veya üreme döneminde yakınlarında karşı cinsten bir birey bulunduğunda, dillerini dışarıya çok daha sık uzatırlar. Bunun nedeni, kokunun izini sürmek veya etrafındaki kokuları en kısa zamanda tanıyabilmektir.



Balinaların ortalama ömrü ne kadardır?


Balinaların 11’den fazla türü bulunmaktadır. Her türün ortalama yaşam süresi de farklıdır. Örneğin; Orca balinaları olarak geçen Orcinus orca’nın ortalama yaşam süresi 50-60 yıl kadardır. Sperm balinalarının ömrü ise, 70 yılı geçmektedir.



Kutup bölgelerinde yaşayan hayvanlar neden donarak ölmez?


Arktik bölge adını verdiğimiz kutup kuşaklarında yaşayan hayvanların çoğu, sıcak iklimlerde yaşayan akrabalarına oranla daha koruyucu vücut örtülerine sahiptir. Örneğin daha sık tüylere sahiptirler veya derileri daha kalındır. Derilerinin altında bulunan yağ tabakalarının da daha kalın olması sayesinde soğuktan korunurlar. Bir diğer adaptasyon, vücut sıvısının donma sıcaklığını düşüren bir antifriz proteini sentezleyebilmeleridir. Etilen glikol olarak bilinen bu madde, aynı zamanda, arabalarda kullanılan antifrizin de etkin maddesidir.
Ekolojide “Bergmann Kuralı” olarak geçen genellemeye göre de, soğuk bölgelerde yaşayan kuş ve memeli türlerinin vücutları, sıcak bölgelerde yaşayan akrabalarına oranla daha iridir. Vücut büyüdükçe yüzey / hacim oranı düşer ve büyük bir vücut, oransal olarak daha az bir yüzeye sahip olacağı için, vücudun iç sıcaklığı daha başarılı korunur. Yine ekolojide “Allen Kuralı” olarak bilinen genellemeye göre de, soğuk iklimlerde yaşayan türlerin vücut çıkıntıları (el ve ayak gibi üyeler ile, kulak kepçesi ve burun gibi vücut uzantıları) daha küçüktür. Bunun nedeni de, yine vücudun iç sıcaklığının daha başarılı bir şekilde korunabilmesi amacıyla yüzey alanını küçültmektir.


Gündüz boyunca denizlerin üzerinde uçuşan martılar geceleri nereye gidiyor? Palmiye ağaçlarında mı uyuyorlar?


Martıların, çok çeşitli alanlarda geceleyebildikleri bilinmektedir. Bazıları uzun uçuşlar sonrasında geceleri adalara sığınarak kayalıklarda geceler, bazıları ise hava akımları üzerinde kendilerini bırakarak sürüklenirler. Ancak çok büyük bir ihtimalle ağaçlarda uyumazlar. Çünkü martılar ağaç kuşları değildir; daha çok sahilleri ve açık denizleri tercih ederler.


Toprak solucanları nasıl görürler? İkiye ayırdığımız bir toprak solucanı yaşamaya devam edebilir mi? Nasıl ürerler? Kaç tür solucan vardır?


Bazı solucanlar kördür. Bazılarında ise, basit pigmentli bir göz yapısı bulunur. Bu yapı içerisinde de, ışığa duyarlı olan sadece birkaç pigment bulunur. Bu şekilde de, göz sadece önündeki ışığı algılayabilir. Bu tip gözlere “Ocelli = Nokta Göz” adı verilir.
Etrafımızda görmeye alışık olduğumuz toprak solucanları, vücutları belirli bir noktadan itibaren ikiye ayrıldığında, yaşamlarını sürdürebilir. Toprak solucanlarının vücutlarına dikkatli bir şekilde bakarsanız, kuyruk kısmına doğru kalınca bir bant görünümündeki bir yapı dikkatinizi çekecektir. Toprak solucanları hermafrodittir (çift cinsiyetli). Yani bir bireyde hem erkek, hem de dişi üreme organları bulunur. Bu kalın bant görünümündeki yapı, üreme mevsiminde oluşan ve çiftleşmenin meydana getirildiği “klitellum” adını alan bölgedir. Çiftleşme sırasında iki toprak solucanı karşı karşıya gelir ve klitellumlarını birbirine yapıştırarak, sperm alışverişi yaparlar. Bu işlem sırasında klitellumlar birleşir ve daha sonra yumurtalar, “kokon” adı verilen bir kapsül üzerine boşaltılır.
Solucan dediğimizde, sadece toprak solucanlarını değil, birçok solucanı kastetmiş oluruz. “Solucan” kelimesinin kapladığı aileler arasında halkalı solucanlar ve yassı solucanlar gibi çok farklı omurgasız grupları bulunabilir. Ancak sadece Annelidler (Annelidae) ailesine bakacak olursak, bunlar da toprak solucanlarını, poliketleri, oligoketleri ve sülükleri içermektedir. Bunların hepsinin özellikleri birbirlerinden farklıdır. Yukarıda verilen bilgiler ise, sadece toprak solucanları için geçerlidir.


Günümüzde yaşayan karasal memeliler niçin eski çağlarda yaşamış olan akrabalarına oranla çok daha küçükler?


Hayvanlar aleminde hayatta kalabilmenin en önemli şartlarından ikisi, besin ve barınak sağlayabilmektir. Eski çağlarda yaşamış olan memelilerin, besin bulmaları olasılığı günümüze kıyasla oldukça yüksekti. Daha küçük vücuda sahip bir canlının besin ihtiyacı, büyük vücutlu bir canlıya kıyasla doğal olarak daha az olacaktır. Öte yandan iri vücutlu hayvanlar, hayatta kalabilmek için çok daha fazla besine ihtiyaç duyacaktır. Besin kaynaklarının azalması, daha küçük vücutlu olan memelilerin hayatta kalmalarını sağlamış; buna karşılık büyük vücutlu memelilerin yok olmasına veya zaman içerisinde vücut boyutlarının küçülmesine neden olmuş olabilir.
Yine büyük vücutlu hayvanların, çetin çevre koşullarından veya doğal afetlerden korunabilmek için barınak bulma ihtimali de daha düşük olacaktır. Küçük vücutlu memeliler ise, bu tip zor durumlarda çok daha rahat saklanabilir ve sınırlı ortamlarda bile kolayca barınak bulabilirler.


Yılanlarda vücut içerisindeki organlar vücut şeklinde nasıl uyum yapmıştır?


Yılanlarda ve bazı kertenkele türlerinde olduğu gibi ince-uzun vücut yapısına sahip omurgasızlarda da, vücut içerisindeki organların tümü vücudun şekline uyumlu bir halde uzunlamasına konumlanır. Örneğin bir yılanın iç organlarına bakacak olursanız; midenin, yumurtalıkların, akciğerin ve diğer tüm organların da vücut boyunca ince-uzun bir şekilde konum aldığını görürsünüz. Çift yapıdaki organlardan bazıları, diğer canlı gruplarında olduğu gibi vücudun her iki yanında değil, birbirlerinin ucunda konumlanır. Tabii ki bazı çift organlardan da fedakarlık edilmiş. Örneğin yılanlarda akciğerlerin ve yumurtalıkların birer çiftleri körelmiştir. Kalınbağırsakları ise kısalmış ve bizdeki gibi kıvrılmış değil, düz şekilde konumlanmıştır.
Bir memeli vücudunu düşündüğünüze, organların hemen hepsinin çeşitli iskelet yapıları ile korunaklı bir halde örtüldüğünü görürüz. Örneğin kafatasımız ve göğüs kafesimiz. Yılanlarda ise, özellikle avın yutulması ve besinin sindirilmesi sırasında kolaylık sağlanması için, bir göğüs kemiği yoktur. Ancak uzunlamasına konumlanmış olan organları kısmen de olsa koruyabilmek amacıyla, omurgadan çok sayıda kaburga kemiği çıkar ve kuyruğun başlangıç çizgisine kadar da vücut boyunca devam eder. Yani yılanlar (ve yılan formundaki kertenkeleler), dünya üzerinde en fazla sayıda kaburga kemiğine sahip olan canlılardır.



Kuşlarda uçmaya yönelik adaptasyonlar nelerdir?


Kuşlar (Aves), aktif uçma yeteneğine sahip olan tek omurgalı sınıfı. Bu canlılar, uçma yetenekleri sayesinde birbirinden oldukça uzakta bulunan bölgelere erişebilirler ve bu alanları, hayatlarının belirli evrelerinde kullanabilirler. Çoğu kuş türünde göç davranışı görülür ve yılın belirli dönemlerinde beslenme, barınma ve üreme için tercih ettikleri alanlar farklıdır.
Uçmaya yönelik olarak geliştirilen en önemli adaptasyon tabii ki kanatların gelişimidir. Kanatlar, özel yapıları sayesinde su ve havayı geçirmeyecek şekilde oluşmuştur. Bu da, uçuş esnasında kuşlara büyük kolaylık sağlar. Kanat hareketi ve özellikle uzun mesafe uçuşları, oldukça büyük miktarda enerji ve kas gücü gerektirir. Bu amaçla kuşların göğüs kemikleri (sternum) genişlemiş ve diğer omurgalı gruplarına göre çok daha sağlam bir yapı kazanmıştır. Göğüs kemiğine bağlanan çok güçlü kaslar da, kanat hareketine yardımcı olan bir diğer adaptasyondur. Vücutta enerji üretimi, solunum yoluyla gerçekleştirilir. Kuşların uçuş esnasında nefes nefese kalmamalarının tek sebebi de, dolaşım sistemlerindeki farklılık sayesinde aynı anda hem nefes alıp hem de verebilmeleridir. Tüm bunlara ek olarak, uçuş sırasında vücut ağırlığının azaltılması için, belirli yapılarda körelmeler görülür. Örneğin dikkat ettiyseniz, hiçbir kuşun dişleri yoktur! Gaga ise uçuş sırasında dengenin sağlanmasında, kuyruk ile birlikte işlev görür. Bunun yanında; derilerinde hiçbir salgı bezinin bulunmaması (özellikle su kuşlarında bulunan kuyruk dibi yağ bezi haricinde), kemiklerin içerisinde hava boşluklarının bulunması, iç organların arasında ek hava keselerinin varlığı, idrar keselerinin olmayışı, sağ ovaryumun (yumurtalık) ve sağ yumurta kanalının körelmiş olması, ayrıca üreme organlarının üreme dönemleri dışında küçülmesi ve tabii ki tüylerin hafifliği, vücut ağırlıklarını azaltmaya yönelik kazandıkları adaptasyonlardır.
Sıcak kanlı oluşları, yüksek enerjili besinleri tercih etmeleri, sindirim-solunum ve boşaltımın oldukça hızlı ve etkin oluşu ve yüksek bir metabolizma hızına sahip oluşları, uçuş esnasında güçlerinin korunmasına yardımcıdır.
Vücudun aldığı şekil de, uçma sırasında sürtünmeyi en aza indirecek şekildedir. Ayrıca yine bir uçma adaptasyonu olarak, büyük ve gelişmiş kasların çoğu, vücudun arka bölümünde toplanmıştır.
Uzun mesafe göçleri öncesinde yağ depolama hızlarını artırarak vücut ağırlıklarını yaklaşık 3 katına çıkarmaları da, bir başka uçma adaptasyonu olarak sayılabilir.


Arılarda besinin yerinin özel bir dans ile kovandaki diğer bireylere anlatıldığını okudum. Bunu tek bir dans tipi ile mi yapıyorlar? Farklı konumlar ne şekilde anlatılıyor?


Arılarda, bu danslar sayesinde besinin yeri, özelliği ve verimi hakkında kovandaki diğer bireylere bilgi verilir. Temel olarak iki tip dans vardır: çember dansı ve kıç dansı.
Çember dansı, diğer dansa göre daha basittir ve sadece kovanın yakınında bulunan bir besin kaynağı hakkında bilgi verilir. Besin kaynağını keşfeden arı, kovana geri döner ve petekler üzerinde bir çember çizerek yürümeye başlar. Bir tur sonunda başladığı yere geldiğinde de tam ters yöne dönerek, bir tur daha atar. Bu böyle sürüp giderken, bir yandan da kanatlarıyla ses çıkartır ve feromon salgılar. Bu sayede, kovandaki diğer bireylerin dikkatini çeker ve başına toplanmalarını sağlar. Çember dansında, kovanın yaklaşık 100 metre kadar civarındaki besin kaynakları bildirilir. Ancak bu kaynağın yönü hakkında herhangi bir bilgi verilmez. Uyartıyı alan ve besinin bulunmaya değer olduğuna ikna olan bireyler, kovanı terk ederek bu besin kaynağını aramaya çıkarlar. Bu noktada da, oldukça gelişmiş olan görme ve koku alma duyuları, besin kaynaklarını bulmalarına yardımcı olur.
Eğer besin kaynağı kovana belirli bir mesafeden daha uzaksa, bu sefer diğer dans tipine baş vurulur. “Kıç dansı” olarak bilinen bu dans ile arı, kovandaki arkadaşlarına besin kaynağının uzaklığı, kovana göre yönü ve niteliği hakkında bilgi verir. Yine kanat vızıltısı ve feromon etkisi sayesinde arkadaşlarını çevresine toplayan arı, vücudun alt bölümünü belirli bir frekansta titretmeye başlar. Bu titreşimin hızı, besin kaynağının uzaklığına göre değişir (besin kaynağı ne kadar uzaktaysa titreşim o kadar yavaş olur). Kaynağın kovana göre yönünün anlatılmasında ise, referans nokta olarak güneş alınır. Dans esnasında arının vücudunun yönü ve vücudunun eğim açısı, besinin güneş ve kovana göre konumunu, açısı ile birlikte belirtir.
Söz gelimi besin, düz bir doğru üzerinde kovan ve güneş arasında yer alıyorsa, arı başı ile kovan yönünü gösterecek şekilde, düz bir doğrultuda dans eder. Ancak eğer kovan, besin ve güneş bir üçgen oluşturacak konumdaysa, dansın doğrultusu bu kez aradaki açıya göre bir eğim alır.



Dünyanın en zehirli canlısı nedir?


Çoğumuz, bazı türleri zehirli olduğu için yılanlara pek sıcak bakmayız. Hatta tropik iklimlerde yaşayan bazı yılan türlerinin zehirlerinin, çok kısa sürede 10’larca insanı öldürebilecek kadar güçlü olduğu bilinmektedir. Ancak sanıldığının aksine, dünya üzerindeki en zehirli canlılar sadece yılanlar değildir. Kuzey Avustralya’da yaşayan bir deniz anası türü olan Chironex fleckeri, dünyanın en zehirli canlısı olma özelliğini uzun bir süre korumuştur. Phyllobates ve Dendrobates cinslerine ait kurbağa türleri de, dünyadaki en zehirli canlılar arasında sayılmaktadır.



Bazı kuş türleri neden uçamaz?


Bunun yanıtı aslında evrim kuramını ile birlikte yer alan bir takım prensipler ile açıklanabilir. Kullanılmayan karakterlerin evrim süreci içerisinde körelmesi mantığına dayanan teoriye göre, canlının yaşam süreci boyunca ihtiyaç duymadığı ve bu nedenle de kullanmadığı karakterler, zamanla tamamen veya kısmen körelmeye uğrar. Buna bir örnek olarak, bir memeli olan insanın tüylerindeki azalmayı düşünebiliriz. Doğa şartlarının çetinliği altında yaşayan diğer memeli türleri, vücutlarını kaplayan tüyleri sayesinde etkin bir ısı yalıtımı sağlarlar. İnsan ise, oluşturduğu sosyal toplum yaşantısının bir parçası olarak “giyinme” kavramını ortaya çıkarmış, ısı yalıtımını bu yapay şekilde çözümlediği için de zaman içerisinde vücudunun doğal ısı yalıtım mekanizması olan tüylerinden yavaş yavaş kurtulmuştur. Çok büyük bir ihtimalle, ilkin insanın bedeninde, günümüz modern insanına kıyasla çok daha fazla oranda tüy bulunuyordu.
İşte bazı kuşlarda da (emu, tavuk, devekuşu, vs.), yaşam tarzları nedeniyle kanatların pek fazla bir görevi kalmamıştır. Belirli bir alanda çok izole olarak yaşayan bir kuş türü (örneğin, sadece Avustralya kıtasında yaşayan emu), doğal düşmanları ile çok fazla karşılaşmayacaktır. Alanda kendisine yeterli besin ve barınak koşullarını da bulabiliyorsa, göç etmesine de gerek kalmayacaktır. Bu nedenle, çok da fazla ihtiyaç duymadığı kanatları, zaman içerisinde körelecek ve uçma işlevini yitirecektir. Ancak bahsettiğimiz körelme, her zaman bir organın tamamen yok olması veya işlevini tamamen yitirmesi anlamına da gelmez. Örneğin tavuklarda da kanat uçma yetisini büyük ölçüde kaybetmiş olmasına rağmen, kısa mesafelerde halen uçma yeteneği gösterebilir.


Bazı böceklerin karanlıkta ışık yaymasının nedeni nedir? Başka canlılarda da bu tip bir ışık yayma görülür mü?


Bazı böcek türlerinde, vücudun belirli bir bölgesinden ışık yayma görülür. Sinirsel uyartılar ile düzenlenen bu biyolojik olaya “biyolüminesans” adı verilir. Hayvanın vücudunda bulunan yağ cisimciklerinin içerisinde meydana gelen ve ışımadan sorumlu reaksiyonlarda, “Lusiferaz” isimli bir enzimin etkisi ile protein yapısında bir ışık maddesi olan “Lusiferin” oksitlenir ve bu esnada da ortaya soğuk ışık çıkarılmış olur.
Bazen canlının kendisi tarafından, bazen de vücudunda bulunan bakteriler tarafından ışık çıkarılır. Hatta bir çeşit ateş böceği ile beslenen bir kurbağa türünün derisinde de ışıldama meydana geldiği bulunmuştur.
Bir hücreliler, süngerler, sölenterler, taraklı hayvanlar, yuvarlak solucanlar, halkalı solucanlar, kabuklular, derisi dikenliler, yumuşakçalar, böcekler, tulumlular ve balıklar gibi çok çeşitli hayvan gruplarında enzimatik olarak ışık çıkarma olayı görülebilir.


Feromon nedir?


Feromonlar, vücut dışına salgılanan hormonlar olarak tanımlanabilir. Temel görevleri arasında, eşeyler arasında iletişimi sağlamak, bazı canlılarda eşey organlarının oluşumunu yönlendirmek, sosyal yaşam düzenine sahip canlılarda hiyerarşiyi sağlamak ve özellikle sosyal böceklerde yuva düzenini sağlamak sayılabilir.
En etkili örneklere böcekler (insecta) sınıfında rastlanır. Bu kokular, erkeğin dişisini kilometrelerce uzaktan bulabilmesini sağlayacak kadar etkindir.
Sosyal yaşayan böceklerde, çoğunlukla kraliçe birey tarafından salgılanan feromonlar sayesinde, koloni içerisindeki düzen sağlanır. Bu nedenle feromonlara, “sosyal etki maddeleri” adı da verilmektedir. Örneğin; termitlerin devasa yuvalarında, hayvanlar aleminin en gelişmiş havalandırma sistemi görülür. Koloni içerisinde cinsiyet olarak çoğunlukta olan bireylere ait feromonların yoğunluğu, yuvanın en alt kısmında bulunan yumurtaların eşeyini belirler. Buna göre, eğer koloni içerisinde erkekler sayıca daha az ise, yumurtalardaki yavrular erkek bireyler olarak gelişirler.
Bazı karınca türlerinde, koloniye saldırı durumunda, asker bireyler tarafından salgılanan feromonlar bir “alarm” niteliği taşır ve kolonideki diğer bireyleri bu bölgeye çekerek düşmanla savaşmaları yönünde uyarır.
Çoğu memeli hayvanda, kuyruk bölgesinde bulunan feromon bezlerinden salgılanan steroid yapıdaki maddeler ile, yaşama alanının (territoryanın) sınırları belirlenir. Böylece bir erkek, başka bir erkek tarafından kendi alanına girilmesini engellemeye çalışır.



Kedilerin ve diğer bazı hayvanların gözleri karanlıkta neden parlar? Bu bir biyolüminesans olayı mıdır?


Kediler ve diğer birçok memeli türleri, gözlerinin damar tabakasında “Tapetum Lucidum” adı verilen bir yapıya sahiptir. Bu yapıda bulunan guanin kristalleri sayesinde, gözün arka kısmına düşen ışık yeniden retinaya yansıtılır. Retinaya geri yansıtılan ışığın bir kısmı mercekten geri döner ve gözlerin gece parlamasına neden olur. Bu yapı sayesinde, karanlıkta gözün alabildiği ışık miktarı arttırılmış, daha doğrusu mevcut ışıktan daha fazla yararlanılmış olur. Bu nedenle de, gözlerinde “Tapetum Lucidum” bulunan hayvanlar, karanlıkta daha iyi bir görüşe sahiptir. Bu bir biyolüminesans olayı değildir, çünkü ışık hayvanın kendsi tarafından oluşturulmaz, sadece ışığın geri yansımasının bir sonucudur.


Bir sivrisinek tarafından ısırıldığımızı, kaşınmaya başlayıncaya kadar neden anlayamıyoruz?


Sivrisineklerin, “proboscis” adı verilen çok ince ve iğnemsi bir sokucu ağız yapıları vardır. Derimizden kan emecekleri zaman da bu yapıyı kullanırlar ve deriye çok ince bir delik açarlar. Zaten bu nedenle de sivrisinek tarafından ısırıldığımızı hissetmeyiz (bazı türlerin haricinde). Proboscis tarafından açılan delik çok küçük olduğu için, kanın daha dışarıya çıkamadan çabucak pıhtılaşması söz konusudur. Bunu önlemek için sivrisinek tarafından deri altına tükürük içeriğindeki bir anti-koagülan (pıhtılaşma önleyici) madde zerk edilir ve böylece kanın akışı sağlanır. Isırıldıktan sonra kaşınmamızın nedeni de, vücudumuza yabancı bir madde olan bu anti-koagülana karşı vücudumuzdan salgılanan histamindir.
Bu arada kan emen türlerde, sadece dişilerin kan emdiklerini, erkeklerin daha çok bitki özsuları ile beslendiklerini de belirtelim.


Sıcakkanlı hayvanların vücut ısıları nasıl sabit kalır?


Sıcakkanlılık, aslında tam olarak doğru bir tanım değil. Bu tip canlılara “sabit vücut sıcaklıklı” denilmesi daha uygun. Çünkü dış ortamın sıcaklığı ne olursa olsun, bu canlılar, vücutlarının iç sıcaklığını belirli bir aralıkta tutmayı başarabiliyorlar.
Isı, enerjinin bir çeşididir. Vücudumuza aldığımız besinleri sindirdiğimizde, besinlerin içinde saklı olan enerji, vücudumuz tarafından kullanılır. Sabit vücut sıcaklıklı hayvanlarda, açığa çıkan bu enerjinin bir kısmı ısı enerjisine çevrilerek, vücudun iç ısısının sabit tutulması için kullanılır. Vücudun çeşitli bölgelerinde farklı miktarlarda üretilen ısının dağılımı ve düzenlenmesi, kan tarafından kontrol edilir. Hipotalamus’da bulunan soğuk ve sıcaklık merkezleri, sıcaklığın üzenlenmesinden sorumludur. Kılcal damarların genişletilmesi ile sıcaklık yükselir, daraltılması ile de azalır. Ayrıca vücut üzerinde bulunan kıl, tüy, saç ve telek gibi yapılar da, ısı izolasyonunda görevlidir. Yine çoğu sabit sıcaklıklı hayvanda, deri altında bulunan kalın yağ tabakası da, ısı izolasyonuna yardımcı olur. Terleme gibi su buharlaştırma prensibine dayanan olaylar ile, ısı kaybı sağlanabilir. Sabit sıcaklıklı olma, kirli ve temiz kanın vücut içerisinde birbirinden ayrı olarak dolaşması ile de yakından ilişkilidir.
Değişken vücut sıcaklığına sahip (soğukkanlı) hayvanlar ise, vücut ısılarını dengelemek için besinlerinden kazandıkları enerjiyi kullanmak yerine, dış ortamın sıcaklığından etkilenirler. Bu nedenle de, çok sık beslenmeleri gerekmez. Ancak bu canlıların en büyük dezavantajı, hava soğuk olduğunda vücut fonksiyonlarının da yavaşlamasıdır. Bu hayvanların vücutlarının üzerinde, ısı yalıtımını sağlayacak özellikte yapılar bulunmaz.


Bazı yılan türlerinin doğum yaptıklarını duydum. Acaba bu doğru mu? Hangi yılan türleri bu şekilde doğuruyor?


Gerçek bir plasentanın, yani hamilelik esnasında anne ile bebek arasında madde alışverişini mümkün kılan bir yapının varlığının söz konusu olduğu üreme tipi, “vivipari” olarak biliniyor. Genellikle memelilere özgü olarak geçen vivipari, çiftyaşamlılarda (amfibilerde) ve sürüngenlerde (reptillerde) de rastlanan bir üreme şekli. Ancak şunu önemle belirtmek gerekir ki, yavrularını canlı olarak dünyaya getiren tüm yılanlar vivipar değildir. Ovovivipari adını verdiğimiz bir diğer üreme tipinde de yavrular yine canlı olarak dünyaya getirilir. Ancak burada söz konusu olan “doğum”, insanlarda görülen doğum ile eşdeğer tutulmamalı. Ovovivipari, yine yumurtlamaya dayanan, ancak yumurtanın olgunlaşıncaya kadar annenin vücudunun içinde kaldığı ve yine vücut içinde açıldığı bir üreme tipi. Yani ovoviviparide bir plasenta oluşumu söz konusu değil ve meydana gelen doğum da “yalancı doğum”.
Bazı yılan türlerinde ise bir plasenta oluşumu ve gerçek doğum söz konusu. Yavrularını bu şekilde doğuran türleri içeren familyalar (aileler) ise şöyle:
Uropeltidae, Boidae, Viperidae, Elapidiae ve Colubridae.
Bu familyalardan ilk ikisine ait olan tüm yılan türleri vivipar iken, son üçüne ait türlerin sadece bir kısmı vivipar.


Develerin neden kamburu vardır, ne işe yarar?


Develer, boynuzsuz, midesi üç bölmeli, köpek dişleri olan geniş, esnek yastıkçıklarla donanan iki parmaklı (kumlu arazide yürümeyi kolaylaştırır) geviş getiren hayvanlardır. Sırtlarındaki kambura hörgüç denir. Hörgüç ya da hörgüçler, bu hayvanların otlaklardan yoksun çorak iklimlerde yaşamasına olanak veren yağ depolarıdır. Susuzluğa dayanıklılık daha çok tek hörgüçlü devenin özelliğidir; oysa daha sık ve uzun tüylü olan çift hörgüçlü deve büyük soğuklara çok iyi dayanır. Devenin susuzluğa dayanıklılığı, ne iddia edildiği gibi, su hücreleriyle donanmış olarak işkembenin yapısından ne de hörgücünde depoladığı yağların yanarak “metabolik su” ya dönüşmesindendir. Susuzluğa dayanıklılık, hayvana gece beden sıcaklığını düşürme (30-32 dereceye kadar) ve gündüz yükseltme (40-41 dereceye kadar) olanağı veren değişken ısılılığın sonucudur; ayrıca değişken ısılılık temel etkenine, terlemeyle ısı taşınımı, idrar hacminin büyük ölçüde düşmesi ve nihayet kan hacminin değişmemesi süreçleri de eklenir. Su yitiren tek hörgüçlü bir deve her defasında 200 litre su içebilir.
Develer çorak ve çöllük bölgelerde çok iyi yük hayvanıdır. Tek hörgüçlü deve koşum hayvanı olarak da kullanılır.


İşkembelilerde sindirim işlemi yaklaşık olarak ne kadar zaman alır? Midelerinde bir sürü bölme olduğunu biliyorum, acaba diğer memeliler ile kıyaslandığında çok daha uzun bir sindirim sürecine mi sahipler?


Sindirimin süresi esas olarak, bir hayvanın besin olarak vücuduna aldığı maddeler ile orantılıdır. Bitkisel besinler, kural olarak hayvansal besinlerden daha zor ve uzun zamanda sindirilirler. Sadece bitkisel besinler ile beslenen canlıların (herbivorların) bağırsakları da daha uzundur. Bunun nedeni, bitkisel besinlerin içeriğindeki selülozun, bağırsak florasında doğal olarak yaşayan bakteriler yardımıyla sindirilebilmesidir. Insanlarda da aynı durum geçerlidir ve bu nedenle de ağır bir antibiyotik tedavisi, bağırsaktaki bu bakteri florasının zarar görmesine ve çeşitli yan etkilerin ortaya çıkmasına yol açabilir.
Genel olarak 3 farklı beslenme tipi biliyoruz. Karnivorlarda (etçiller) sindirim sistemi çok karmaşık değildir ve görece daha kısadır. Bu canlılar beslenme zincirinin en üst basamağını oluştururlar ve bu nedenle de aldıkları besinler daha kolay sindirilir özelliktedir. Bu canlılardaki sindirim süresi de diğer beslenme tiplerine göre daha kısadır.
Omnivorlarda (hepçiller) sindirim sistemi biraz daha uzun ve etçillere göre biraz daha karmaşıktır. Insanların da içinde olduğu bu grup, besin zincirinin her basamağında yer alır. Bu nedenle, bu gruba giren canlılar, dengeli bir beslenme sistemi izlemek zorundadırlar. Sindirim süreleri etçillere göre biraz daha uzun olup, besin olarak alınan maddelerin karbonhidrat, yağ ve protein içeriğine göre değişkenlik gösterir (yaklaşık olarak öğün başına 2-10 saat).
Herbivorlarda (otçullar) ise, uzun ve oldukça karmaşık bir sindirim sistemi bulunur. Besin zincirinin en alt basamaklarını oluşturan bu canlılar çok daha bir ayrıntılı sindirim kapasitesine ihtiyaç duyarlar (hatta bazen yukarıda sözünü ettiğimiz gibi çeşitli bakterilerin bile yardımlarına ihtiyaçları olabilir). Sindirim süresi de, diğer beslenme tiplerine göre en uzun olan gruptur. Ruminantlar (işkembeli canlılar) da bu gruba girerler.
Ancak beslenme tipinin yanı sıra, sindirim süresine etkili olan başka faktörler de vardır. Bunların arasında; vücuda alınan besinin miktarı, lokmanın büyüklüğü, besinin sindirilebilirliği ve diğer fiziksel özellikleri sayılabilir. Örneğin yapılan bir çalışmada, geyiklerin farklı besinler ile beslenmesi durumunda sindirim süreleri ölçülmüştür. Sonuç olarak yoncanın 15 saat, kanarya otunun 23 saat ve diğer bir bitki türünün ise 20 saatte sindirildiği görülmüştür (Ingalls JR, Thomas JW, Tesar MG, Carpenter DL. Relations between ad libitum intake of several forage species and gut fill. Journal of Animal Science. 25(2):283-289).
Genel olarak ruminantlarda sindirim süresi 24 ile 48 saat arasında değişir. Ancak ruminantların çok geniş bir grup olduğunu, çok çeşitli vücut büyüklüklerine sahip canlıları içerdiğini ve sindirimin canlının vücut boyutu ile de orantılı olduğunu aklımızın bir köşesinde bulundurmamız gerekir.


Denizyıldızına ait kesik bir kol parçasından bütün bir denizyıldızının gelişebildiği gerçekten doğru mudur?


Evet. Denizyıldızı adını verdiğimiz omurgasız canlılar, tek bir koldan bile bütün bir vücut geliştirebilme yeteneğine sahiptir. Bu olaya “rejenerasyon” adı verilir ve omurgasız canlıların çoğunda var olan bir yetenektir. Bazı omurgalı gruplarında da, vücudun tamamını değil ama belirli bir bölümünü yenileme özelliği görülür (örneğin kertenkelelerde kuyruk bırakılıp rejenere edilebilir).
Yenilenme olarak da bilinen rejenerasyon, aslında 2 tiptir. İlk şekli olan fizyolojik yenilenme, normal yaşam süreci boyunca canlıların vücudunda meydana gelen sürekli veya periyodik yenilenme olaylarını içerir. Deri ve kan hücrelerinin sürekli olarak yenilenmesi, memelilerde kılların ve kuşlarda tüylerin dökülerek yenilenmesi, ayrıca geyiklerde boynuzların atılması ve yenilenmesi, fizyolojik yenilenmeye örnektir.
Diğer tip olan onarımsal yenilenme ise, denizyıldızında görüldüğü gibi, vücudun eksik kısımlarının tamamlanmasını kapsar. Bir kural olarak, gelişmiş canlılarda rejenerasyon yeteneği gittikçe azalır. Örneğin memelilerde çoğunlukla sadece yaralar iyileştirilebilirken, omurgasız canlılarda vücudun büyük bir bölümü yeniden oluşturulabilir.
Denizyıldızında, kesilen bölümde orta disk adı verilen vücut bölgesinden de bir parça bulunması koşuluyla, sadece bir koldan tüm vücut yenilenebilir. Ancak sadece kolun uç kısmı kesilirse, bu uçtan yeni bir kol gelişmeyecektir. Bunun yerine vücudun geri kalanı, kesilmiş olan ucu rejenere edecektir. Yani, orta diski içeren vücut parçası, kendini bütün bir canlı vücuduna tamamlayacaktır. Benzer şekilde, bir toprak solucanını da ortadan ikiye böldüğümüzde, bu iki parça vücudun eksik kısımlarını yenileyecek ve farklı birer topraksolucanı olarak gelişecektir.


Yarasalarla ilgileniyorum. Araştırmaya nereden başlamalıyım ?


Yarasalar uçabilen memelilerdir. Bu nedenle, yarasalar ile çalışmaya başlamadan önce memeliler hakkında genel bir bilgi sahibi olmak gerekir. Memeliler içerisinde yarasaların evrimi ile birlikte, bu grubun biyolojisi konularında araştırmaya başlaman akıllıca olacaktır. Yarasaların çok fazla türü var ve bu türlerin yaşama şekilleri, beslenme tipleri ve ekolojileri de oldukça farklı. Bu nedenle çalışmanı, belli bir yarasa türü veya cinsi üzerinde yoğunlaştırmanı öneririm.
Arazi çalışması yapmak istiyorsan, çalışacağın cinsin biyolojisini iyi bilmen gerekir. Edindiğin bilgilere dayanarak, yuvalarını ve beslenme alanlarını tespit edebilirsin. Ancak arazide yapacağın çalışmalarda biraz dikkatli olman gerekiyor. Ürkütüldükleri veya kendilerini tehlike altında hissettikleri zaman, diğer tüm canlılar gibi yarasalar da kaçabilir veya savunma davranışları sergileyebilir. Çoğu hayvan gibi yarasaların da kuduz mikrobu taşıdıklarını da unutma, bu nedenle ilk birkaç arazi çalışmanda yanında yarasaları iyi tanıyan birisinin olması sana yardımcı olacaktır. Dışkıları ile çalışacaksan da, olası hastalık mikroplarından korunabilmek için (ki bu durum bütün hayvan dışkıları için geçerli) mutlaka eldiven ile çalış.



Çekirgeler, yalnızca zıplayan eklem bacaklılar olarak tanımlanabilir mi?


Çekirgeler, eklem bacaklılar içerisinde Insecta (Hexapoda: Altıbacaklılar: Böcekler) sınıfına girerler. Çayır çekirgeleri Saltatoria takımına, çayır çekirgeleri de Phasmida takımına dahildir.
Çekirgeler, sıçrayıcı bacak yapıları nedeniyle zıplayan eklembacaklılar olarak bilinirler, ancak tanımlarını sadece bununla kısıtlamak, onlara haksızlık olur. Sistematik bilgileri içeren bir entomoloji kitabından, bu takımlar hakkında daha ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz.



Kurbağaların derileri niçin nemlidir?


Kurbağalar, amfibiler (çiftyaşamlılar) olarak bilinen canlılar grubunun üyeleridir ve hem suda, hem de karada yaşamaya uyum sağlamışlardır. Kara yaşamına tam olarak uyum yapamadıkları için de, akciğer solunumuna ek olarak başka solunum şekillerine de sahiptirler. Deri solunumu da bunlardan birisidir.
Solunumun gerçekleştiği her organda veya vücut bölümünde, belirli bir oranda nemlilik olmalıdır. Çünkü solunum gazlarının dolaşım sistemine katılabilmesi için, sıvı içerisinde çözünmeleri gerekir. Örneğin akciğerde gaz alışverişinin gerçekleştiği alveollerin iç yüzeyi de mukus sıvısı ile kaplıdır.
Kurbağaların derileri, mukus salgısı yapan bezlerce zengindir. Deri solunumunu yeterli bir biçimde gerçekleştirebilmesi için, hayvan yüzey derisini sürekli olarak bu bezlerin salgıları ile nemli tutar. Ancak derinin nemli olmasının tek görevi solunuma yardımcı olmak değildir. Düşmanlarından korunabilmek için, kaygan bir deriye sahip olması her zaman büyük bir avantajdır (Bir sabunun kayganlığı nedeniyle elinizden nasıl çabucak kayabildiğini düşünün). Ayrıca yine çoğu kurbağa türünde, düşmanlarından korunma amaçlı olarak çeşitli toksik maddeler salgılayan deri altı zehir bezleri de bulunur. Bu salgıların zehir oranları türlere göre değişkenlik gösterir. Ülkemizde ise, insana zarar verebilecek denli zehirli olan türler bulunmamaktadır.


Kertenkeleler niçin kuyruklarını bırakır?


Sürüngenler sınıfının üyeleri olan kertenkeleler, genellikle küçük vücutlu ve oldukça çevik canlılardır. Ancak kertenkeleler ile beslenen çok sayıda hayvan türü vardır ve hızlı hareket etmelerine rağmen, bazen düşmanlarının elinden kurtulamayabilirler. Bu nedenle çoğu kertenkele türünde görülen "kuyruk bırakma", aslında onları avcıların elinden kurtaran yegane taktiklerden birisidir. Belirli kertenkele gruplarında tehlike durumunda kuyruk, 6. ve 7. kuyruk omurları arasında bulunan gevşek bağlantılı kıkırdak bölgeden bırakılır. Bırakıldıktan sonra hareket etmeye uzunca bir süre devam eden kuyruk parçası avcıyı oyalarken, kertenkele de kaçabilmek için yeteri kadar zaman kazanmış olur. Daha sonra kaybedilen kuyruk "rejenerasyon" ile yeniden oluşturulur. Eğer hayvan genç bir birey ise kuyruk, eskisinin aynısı olacak şekilde ve düzgün bir biçimde yenilenebilir. Yaşlı bireylerde ise yeni çıkan kuyruk çok düzgün olmayabilir. Bu olay sadece kertenkelelerin kuyrukları için geçerli değildir. Omurgasız hayvanların çoğunda ve omurgalı gruplarının da bir kısmında, yitirilen çeşitli vücut bölgeleri yeniden rejenere edilebilir

www.frmtr.com adresinden alınmıştır...
ANKET
 


BU SİTEYİ NASIL BULDUNUZ?
ÇOK GÜZEL 46,85%
GÜZEL 23,42%
EH İŞTE 16,22%
İYİ DEĞİL 1,8%
KÖTÜ 11,71%
111 toplam oy:


 

 
 
>

http://www.ilahiler666.tr.gg

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol